Fiyatlama mekanizmalarından olan enflasyon; mal ve hizmetlerin fiyat seviyelerini, faiz oranı; finansal piyasalarda ulusal paranın değerini, döviz kurları ise yabancı paraların alım ve satım değerini göstermektedir. Bu göstergelerin uyumlu bir şekilde hareket etmesi, ekonomide üretim ve tüketimde dengenin sağlandığını da göstermektedir.
Faiz, enflasyon, döviz kuru ulusal bir ekonominin en önemli üç göstergesidir ve birbirini yakından etkilemektedir. Bu üç göstergenin dengede kalamaması ekonomide farklı sorunlar meydana getirir.
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli bir şekilde artması durumunda oluşan bir olgudur. Burada önemli olan durum fiyatların sürekli bir şekilde artış eğiliminde olmasıdır. Eğer bir kereliğe mahsus olarak fiyatlar artıyorsa bu durum da enflasyondan bahsetmemiz mümkün değildir. Enflasyon iki şekilde ekonomilerde karşımıza çıkar. Birincisi Talep Enflasyonu, ikincisiyse Maliyet Enflasyonudur. Talep enflasyonu; ekonomilerde alıcıların ürünlere olan talebinin artması sonucunda ortaya çıkar, burada hiç kuşkusuz talebin artması enflasyonu yükselten bir olgu olarak karşımıza çıkacaktır. Maliyet enflasyonu ise; malların girdi fiyatlarında meydana gelen artışın nihai malların fiyatlarına yansıması sonucu ortaya çıkan enflasyon türüdür. Ülkelerde ortaya çıkan enflasyon durumu bu iki faktöre bağlı olarak meydana gelir.
Faiz en temelde enflasyon ve risklerin bileşiminden oluşan bir değerdir. Ekonomide bankalarda dahil olmak üzere tüm kesimler düşük faizin olmasını ister. Faizi düşürmenin ise iki yolu vardır. Ya enflasyonu düşürmeniz gerekir ya da riskleri. Faiz ve enflasyon arasındaki ilişkiyi incelediğimizde öncelikle enflasyonun kaynağına bakmak gerekir. Talep artışından kaynaklanan enflasyonda talebi kısmak ve tüketimi azaltmak için faiz artışına gitmek bir önlem olabilir. Bu durumda, talep artışından kaynaklanan enflasyonun faizlerin yükselmesine neden olduğu söylenebilir. Maliyet artışından kaynaklanan enflasyonla mücadelede ise, üretim maliyetlerinde kaynaklanan girdilerin finansmanının hangi değişkene bağlı olduğu oldukça önemlidir. Üretimin ithalata bağımlı olduğu bir ekonomide bakılacak ilk konu üretim maliyetlerindeki ana kaynağın döviz kuruna olan bağlılığıdır. Türkiye'de şu an yaşanan ekonomik süreçte ihracatın önemli bir kısmı ithalata bağımlıdır. Bu da döviz kurlarının fiyatlama davranışlarına olan etkisini üst noktaya taşımaktadır. Böyle bir ekonomide döviz kurlarındaki artış ilk etapta faiz oranlarının artışı ile durur. Bu duruş ekonomiye yapısal reformların yapılması için zaman kazandırır. Eğer ki gerekli reformlar ekonomide yapılmazsa kurların yeniden değer kaybetmesi kaçınılmazdır.
Merkez Bankalarının enflasyonla mücadelesinde faiz güçlü bir para politikası aracıdır. Döviz kuru-enflasyon ilişkisi arasında genel kabul gören yaklaşım, üretim maliyetlerinin döviz kurlarına bağlı olduğu ekonomilerde döviz kurundaki artışın, enflasyonda yükselme eğilimine yol açacağıdır. Bu bağlamda döviz kuru sebep, enflasyon sonuç ilkesi geçerli olmuş olur. Bu bağlamda yapılan çalışmalarda döviz kurlarında meydana gelen değişmelerin enflasyon ve faiz oranına tepkisi daha yüksek olmaktadır. Bu bakımdan döviz kurunun kalıcı bir istikrar kazanması, fiyatlar ve faiz oranlarının da istikrar kazanmasında belirleyici unsur olarak görünmektedir.
Ayrıca döviz kurlarındaki yukarı yönlü hareket ithal mal fiyatlarını etkileyerek özellikle hammadde ve enerji ithalatı yüksek olan ülkelerde fiyatlamaların nihai mala yansımasıyla fiyatlar genel düzeyini artırır. Döviz kurlarının enflasyona geçişkenliği olarak isimlendirilen bu durum ekonomik dengeler için oldukça tehlikelidir.
Örnek verirsek: Ülkemizde USDTRY 2021 Eylül ayının başında 8.26’ydı. Yaklaşık 2,5 ay sonra kasım ayının sonuna doğru 12,50 seviyesine ulaştı. Değişim yaklaşık %50. Daha önce yaptığım çalışmalarımda kurdaki her %10’luk artışın enflasyonu 1,7 puan arttırdığı sonucuna ulaşmıştım. O çalışmaya göre kurda 2,5 ayda yaşanan artış enflasyonu 8,5 puan yukarı çekecektir. Enflasyonun önümüzdeki dönem %28 seviyesine doğru yakınsayacağı muhtemeldir. Bu bağlamda %15 politika faiziyle kıyasladığımızda -%13’lük bir reel faiz uygulandığı görülecektir. Eğer mevcut ekonomi şartları düşük faiz politikasını uygulamaya uygun değilse faizlerin düşürülmesi fiyatlama davranışını bozacak ve ekonominin genel dengesini olumsuz etkileyecektir. Özetle ham madde, ara malı ve yatırım mallarının önemli bir kısmının ithalata, diğer bir deyişle döviz kuruna bağlı olduğu bir ekonominin faizden ziyade döviz kurlarının seviyesine bağlı olduğu bir ortamda faiz indirimi yapmanın üretim maliyetlerine katkısından çok zararı olacaktır. Enflasyon oranları yüksek seyrederken sıkı para politikasından vazgeçilerek faiz indirimine gidilmesi enflasyon beklentilerini daha da bozarak enflasyonu mevcut seviyelerinde üzerine çıkarma potansiyeliyle önemli bir tehlike oluşturmaktadır. 2002 yılı öncesi döneme göz attığımızda yanlış temeller üzerine oluşturulan ekonomi politikalarının enflasyonu nasıl körüklediğini görebiliriz.
Ekonomimizde maliyet unsurlarında faiz önemli bir yer tuttuğunu varsayalım. Ekonominin döviz kurları yerine faiz oranlarına bağlı olduğu bir ekonomide, faiz indirimleri üretimdeki maliyet unsurunun azaltılması noktasında çok büyük bir önem arz etmektedir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti'nin parası rezerv para olmadığı için böyle bir durumda ekonomide tasarruflar rezerv paralara ve altına kaymaktadır. Bu da bizi dolarizasyon itmektedir. Şu an döviz tevdiat hesaplarının %55'i yabancı para cinsindendir. Bu oranı süratle aşağı çekecek politikalara ihtiyacımız var.
Maalesef Türkiye’de enflasyon, faiz ve döviz kuru meseleleri hep sonuç odaklı değerlendirilmekte hiç kimse buralarda meydana gelen değişmelerin nerelerden kaynaklandığı konuşmamakta ve projeler üretmemektedir. Türkiye’de sermaye piyasalarının derinleşmemesi, ülkedeki firmaların borçlanma noktalarında kredi mekanizmasına bağlı olup ürettikleri ürünlerde döviz kaynaklı girdilerin varlığının fazla olması firmaları ayakta tutmak için düşük kredi faizlerine olan ihtiyacı ortadadır. Aynı zamanda fiyat istikrarı içinse döviz kurlarının düşük volatilite olması gerekliliğinin altını çizmemiz gerekir.
Aslında işin temelinde üretim süreçlerinde
verimliliğin düşük olmasıyla üretim süreçlerini zayıflatmasının enflasyonu
yukarı yönlü etkisi sonrası artan enflasyonu dizginlemek için gelen faiz
artışıyla birlikte sıkı para politikasında ısrar edilmeden gelen faiz
indirimiyle kredi pompalamasının yaratılıp enflasyonu tekrar durdurmak için
faizin artırıldığı kısır bir döngünün içerisinde olmak bizim en büyük sorunumuzdur. Bu döngüden
çıkabilmek için verimliliğe ve yerel kaynaklara dayalı bir ekonomi modeli
ortaya koyup borçlanma noktasında krediye bağlılığı azaltarak sermaye
piyasalarını derinleştirecek ekonomiye güven verecek politikaların devreye
konulması elzemdir.
Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle.
Yorumlar
Yorum Gönder